











Bu blog implantoloji ile ilgilenen Diş Hekimlerine bilimsel bilgi paylaşımı sağlamak için hazırlanmıştır.Arşivlerinizden paylaşmak istediğiniz makale,e-kitap,vakalarınızı iletirseniz yayınlamaktan mutluluk duyarım.Dt.Basri Tunçer
Titanyum İmplantlarda Osseointegrasyon | |
ÖZET Osseointegrasyon, canlı kemik dokusu ile yükleme altındaki implant yüzeyi arasında direkt yapısal ve işlevsel bağlantı olarak tanımlanmaktadır. Bu kavram ortaya atıldığında kemik ile saf titanyum implant arasındaki kimyasal bir bağlantı da kastedilmişti. Ancak, ultrastrüktürel çalışmalar, kimyasal bağlantının olmadığını, osseointegrasyonda sadece arada fibrotik dokular olmaksızın görünen kemik temasının olduğunu ortaya koymuştur. Günümüzde saf titanyum implantlar ile kemik arasında ultrastrüktürel seviyede glikoproteinlerden oluşan bir amorf tabakanın varlığı kabul edilmektedir. Anahtar sözcükler : diş impantları, osseointegrasyon, ultrastrüktür, glikoprotein ABSTRACT Osseintegration is defined as the direct structral and functional connection between ordered living bone and a load bearing implant. A chemical bond between bone and the pure titanium was also addressed when the term was presented. Infact, ultrastructral studies proved absence of the chemical bond but the bone – implant contact witout the presence of interfacing fibrotic tissues. Today, the presence of a amorph layer consisted with glycoproteins at the ultrastructral level between pure titanium implants and bone, is accepted. Key words : dental implants, osseointegration, ultrastructure, glycoproteins Günümüzde, kemikiçi oral implant uygulamalarının ana hedefi osseointegre implantlar ve bunlardan destek alan implant-üstü protezler ile her türlü dişsizliğin rehabilitasyonudur. Osseointegrasyon kavramı Branemark ve ark.(9) tarafından ‘ yaşayan kemik dokusu ile titanyum implant arasında, ışık mikroskobu düzeyinde büyütme ile gözlenen direkt temas ' olarak tanımlamışlardır. Aynı araştırıcılar daha sonra bu olguyu ‘ canlı kemik dokusu ile yükleme altındaki implant yüzeyi aradsında direkt yapısal ve işlevsel bağlantı ' tanımı ile pekiştirmişlerdir (10). Herhangi bir kemikiçi implantasyon prosedüründe osseointegrasyon hali: 1- canlı kemik dokusu 2- bu dokunun özelliklerinin hasas cerrahi işlem ve uygun yükleme ile korunduğu takdirde devamlılığını sağlayarak başarılı olabilir. Ne kadar dikkatli çalışılırsa çalışılsın implant yuvasının hazırlandığı kemik çevresinde bir miktar alanın nekroze olması kaçınılmazdır. Nekrotik sahanın genişliği cerrahi işlem sırasında açığa çıkan ısıdan kaynaklanabildiği gibi, kemik içerisinde bölgeden bölgeye farklılık gösteren damarlanma gibi ek faktörlere de bağlıdır (26). Kemik nekroza karşı üç şekilde cevap verir: 1- Fibröz doku oluşumu. 2- Reperasyon olmadan sökestr oluşumu 3- Yeni kemik oluşumu Kemik ve fibröz doku tiplerinin her ikisi de bağ dokusuna aittirler. Aşırı travma durumunda (kaynağı fiziksel, kimyasal vs.) kemik bir kısım fibröz doku ile birlikte iyileşecektir. Eğer revaskülarizyon yeterli olmaz ise nekrotize olarak iyileşme görülmez. Ölü kemik kalıntısı ölü bir ağaç dalının yük taşımasına benzer şekilde bir miktar yüklere direnç gösterir. Nekrotik kemik yanlızca birtakım yerel faktörler yerine getirildiğinde tekrar kemikleşir. Bir implantın etrafında kemik iyileşmesi sağlamak ne kadar zor ise, aynı implantın etrafında fibröz doku bağlantısı sağlamak o denli kolaydır. Bu mekanizmanın sebeplerini kemik dokusunun fibröz dokuya göre özelleşmiş (diferansiye) olmasında aramalıyız (20). Uygun kemik cevabı implantasyondan sonra konak bölgede yüklere karşı dereceli bir fonksiyonel (işlevsel) uyumluk içerisinden remodelasyon ile elde edilir. Kemik cevabındaki ilk aşama başlangıçta implantı çevreleyen cansız dokuların telafisidir. Nekrotik implant korteksinin kemik onarımı: 1- Yeterli sayıda hücrenin varlığa 2- Bu hücrelerin yeterli şekilde beslenmesi 3- Kemik onarımı için yeterli stimulusun bulunmasına bağlıdır (1). Cerrahi safada açığa çıkan ısı başarısızlığın ilk sebebidir. Eriksson ve ark.(15), Richard osseosentez plaklarının yerleştirilmesinde vidaya 0,5 mm mesafede soğutma altında 89°C'lik ortalama değerler saptadılar. Bu araştırma, kemikiçi cerrahi uygulamaları sırasında ısının ne denli arttığını göstermesi bakımından ilginçtir. Eriksson ve Albrektsson (14) tavşan tibiasında 1 dk süre ile : 50°C de 4 haftada disintegrasyon 47°C de periimplant kemik mitarında önemli kayıp 44°C de kemikleşmede önemli bir azalma olmadığını göstermişlerdir. Yapılan diğer araştırmalar da , canlı kemik dokusunu bir dakika süre ile 43 ° C ısıdan yukarısına tabi tutmanın kemik hücrelerinin denatüre olması için kritik nokta olduğunu ortaya koymuştur (13,16). Bu araştırmalar ışığında, Albrektsson (1), kemik kavitesi hazırlanırken maksimum hızın dakikada 2000 devir olması gerektiğini bildirmiştir. Buna karşın Babbush ve ark (7), dıştan soğutmalı frez sistemlerinde en fazla 500 devir/dakika, içten soğutmalı sistemlerde ise 1500-1600 devir/dakika hız ile çakışılması gerektiğini bildirmişlerdir. Osseointegrasyonun sağlanması için konak faktörlerinde uygunluğu gereklidir. Örneğin romatoid artrit gibi bazı hastalıklarda ossifikasyon düşüktür. Hagert ve ark.(17), parmak implantlarının osteoartritli vakalarda romatoid artritli vakalara göre daha başarılı olduğunu göstermiştir. Ancak çene kemiklerinde bu yönde bir bilgimiz yoktur. Yumuşak kallus dönemi hareketlilikten bağımsız bir süreçtir (22). İmplant iyileşmesinde uzun süren implant hareketliliğinin hücre diferansiasyon sürecini olumsuz etkilediği deneysel olarak kanıtlanmıştır (2,23,24,27). İmplant hareketliliği ve yetersiz cerrahi teknik periimplanter fibröz doku oluşumunun etken faktörleridir. İmplanta aşırı gelen yüklerde osseointegrasyonda bozulma olmadığı; Branemark, yaptığı çalışmalarda osseointegre implanta 100 kg kuvvet uygulayarak söktüğünde kemik kırılması ile implantın çıktığını bu rağmen yüzeyde osseointegrasyonun devam ettiğini gösterdi (8). Ek olarak literatürdeki implant ve üst yapısına ait kurallar göz önünde tutulunca; aşırı yüklemenin erken dönemde ani bir disintegrasyona yol açmayacağını, ancak uzun dönemde etkili olabileceği düşünebiliriz. Al 2 O 3 paslanmaz çelik vs. gibi birçok materyal ile başlangıçta osseointegrasyonu elde etmek mümkündür (3). Önemli olan yüklenecek bu materyallerin fiziko-kimyasal yapısal özelliklerini devam ettirmeleridir. Örneğin vitalyum ve paslanmaz çelik vücut sıvıları ile temas halinde olması durumunda koroziftir. Albrektsson ve ark. (4) ticari saf (Commercially Pure) bir kaç yüz Angström kalınlığında proteoglikan bir tabaka ile çevrili olduğunu göstermiştir. 316 L paslanmaz çelikte ise bunun bir kaç bin Angström olduğu görülmüştür. Dolayısıyla proteoglikan yabakanın kalınlığı malzemenin doku dostluğu ile ters orantılıdır. Bazı araştırıcılar, implant yüzeyindeki 1 m m den daha ufak çukurlukların yabancı proteinleri tutmasına, ama savunma hücrelerinin geçişine izin vermeyeceği ( locus minoris resistance ) için uzun dönemde osseointegrasyonun kaybına sebep olacağını düşünmektedirler. Bu sava dayanarak, cilalı yüzey saf titanyum implantların kullanımını önermektedirler. Ancak, günümüzde yüzey pürüzlülüğü yapılmış veya farklı kaplama tiplerine sahip saf titanyum veya alaşımlarından mamül implantların da başarılı oldukları bilinmektedir. Titanyum oksit yüzeyi implant için koruyucu bir tabakadır. Tantalum, nobium gibi metallerinde vücutta titanyum gibi kabul gördüklerini biliyoruz ancak bu alanda uzun döneme ait bilimsel verileri olan ve en iyi dökümante edilmiş metal, titanyumdur. KEMİK İLE TİTANYUM İMPLANTIN ARA YÜZÜNÜN İNCE YAPISI 1970‘lerde Branemark osseointegrasyonu tanımladığında kemik ile implant arasında olan direkt kimyasal bir bağlanmayı da kastetmişti. Fakat ultrastrüktürel çalışmalar, kimyasal bağlantının olmadığını, osseointegrasyonda sadece arada fibrotik dokular olmaksızın görünen kemik temasının olduğunu ortaya koymuştur. Skriptz (25), travmatize kemik yüzeylerine direkt bitiştirdiği cilalı ve yüzeyel işlenmiş titanyum plakaların 4 hafta sonunda uyguladığı çekme kuvveti ile ayırmış, plakalar üzerinde ayrılmadan kalan kemik parçacıklarını ve çekme kuvvetini göz önünde bulundurarak titanyum ile kemik arasında kimyasal kabul edilmesi gereken bir bağ oluştuğunu söylemiştir. Bu deneyde bioinert kabul edilen titanyum materyalinin, bioaktif maddelere has karakterleri de taşıyabileceğini göstermiştir. Albrektsson ve ark.(3), SEM ve TEM de inceledikleri oblik kesitlerde temas yüzeyinde bir kaç yüz angström kalınlığında proteoglikan tabaka saptamışlardır. Albrektsson ve ark.(6), titanyum yüzeyli plastik implantlarda TEM ve SEM ile: • temas yüzeyinden 1 ile 3 m m uzaklıkta kolajen demetleri. • Yüzeye yakınlaşan kolajenleri titanyumdan en az 200 angström kalınlığında proteoglikan tabakanın ayırdığı • Proteoglikan tabakanın kısmen kalsifiye olduğu ve bu kalsifiye dokuların titanyum yüzeyinde devamlılık gösterdiği (rezolüsyon 30 – 50 angström) • Osteoblast – osteosit ve uzantılarının titanyum yüzeyden proteoglikan tabakası il eayrıldığını saptamışlardır. Clokie ve ark.(11), implant ile temasta olan kemik ara yüzeyini elektron transmisyon mikroskopisi ile incelemiş: 1. İmplant ile direkt temasta olan amorf madde tespit edilmiştir. Bu madde özellikle kemikteki yivlerin tepe noktalarında yoğunlaşmaktadır. Bu tabakanın derinlerinde dekalsifikasyondan arta kalmış elektrondan yoğun madde ile birlikte olan dekalsifiye koljen fibrillerler görülmüştür. 2. İmplanta bitişik durumda ve kalsifiye olmadığından ötürü elektrondan yoğun maddeyi içermeyen akalsifiye kolajen fibriller görülmüştür. Bu tabaka daha düzensiz dağılım gösteren diğer tabakalarla karşılaştırıldığında implant yüzeyine paralel bir konumlanma sergilediği göze çarpmıştır. 3. İlkel kolajen tabakasının altında "lamina-limitans" a benzer elektrondan yoğun yapı vardır. Bu tabaka dekalsiye kemik ile akalsifiye kolajen fibrilleri birbirinden ayırmaktadır. Bu madde bazı bölgelerde implant yüzeyinde rasgele yerleşmiş olarak bulunurken diğer bölgelerde direkt olarak amorf tabakanın altına yerleşmişti. Clokie, Albrektsson'un glikoprotein tabaka olarak tanımladığı bölgeye "amorf madde" adını vermiş ve Albrektsson'un bu tabakanın kısmen kalsifiye olduğu görüşünün aksine amorf maddede elektrondan yoğun dekalsifiye kolajen fibriller bulunduğunu ileri sürmüştür. Hayvan deneylerinde, Hure ve ark.(18), ultrastrüktürel yapıya ait olarak: 10 m m luk kesitlerde, implantların lameler kemik ile çevrelenmiş olduklarını, periostal ve endosteal kısımlara yakın oluşan yeni kemikteki osteonların eski kemiktekilere göre daha geniş oldukları saptanmıştır. Klinger ve ark.(19), osseointegrasyonun ultrastrüktürel yapısını inceleyen çalışmalarda, kolajenden yoksun bir proteoglikan tabakanın çeşitli araştırıcılar tarafından saptandığını, ancak bu bulgunun inceleme metodlarının yetersizliğinden kaynaklanan suni bir yapı olabileceği üzerinde durularak, biolojik bilgilere dayanılarak konu teorik olarak izah edilmeye çalışılmıştır. Klinger ve arkadaşlarının ortaya koyduğu modele göre: titanyum yüzeyler yara iyileşmesinin bir komponenti olan hylorünan degradasyonunu hızlandırarak osseointegrasyonu hızlandırmaktadır. Cooper L.F. ve ark.(12), in-vitro hücre kültürünün osseointegrasyonu modellelemek üzere kullanılamayacağını zira substrat içindeki hücre oluşumu ile vücuttakinin farklı olduğunu belirmiştir. Masuda ve ark.(21), amorf glikoprotein tabakasının implant yüzeyi ile yeni kemik oluşumu işleminde arasında kilit rolü oynadığını söylemiştir. Özet olarak, günümüzde cilalı saf titanyum implantların kemik dokusu ile olan ultrastrüktürel düzeydeki ilişkisi gelişmiş metodlar ile incelenmesine karşın, kullanılan yöntemlerdeki bir takım yetersizlikler sebebi ile, implant-kemik hücreleri arayüzünde glikoproteinlerden oluşan bir amorf tabaknın varlığı kabul edilmekle birlikte; bu tabakaya ait daha detaylı bilgiler edinebilmek için inceleme teknolojilerinin gelişmesi ihtiyacı vardır. Ultrastrüktürel yapıya ait bilgiler geliştikçe, integrasyonun mekanizması daha iyi anlaşılacağından, implantların yüzey özelliklerinde uygun koşullar yaratılarak daha iyi bir integrasyon olanağı ve disintegrasyon prosesinin olası sebepleri daha iyi anlaşılacaktır. KAYNAKLAR:
|
Diş İmplantlarında Cerrahi Prosedür | |
ÖZET Günümüzde osseointegre implantların dişhekimliğinde kullanımı oldukça yaygınlaşmıştır. Yapılan araştırmalar implant kayıplarının büyük oranda operasyonu takip eden ilk yıl içersinde olduğunu göstermektedir. Bu neden ile başarısızlığın çoğunlukla cerrahi safhada yapılan hatalara ve uygun olmayan koşullara bağlı olduğu ortaya çıkmaktadır. İmplant cerrahisinin yapılacağı kliniklerde kesinlikle steril şartlar sağlanmalı, aseptik ve atravmatik operasyon tekniğine sadık kalınmalıdır. Kullanılan implant sisteminin frezleri ile yine aynı sistemin önerdiği belirli hızlarda serum fizyolojik ile iç ve/veya dış irrigasyon ile soğutma yapılarak implant kavitesi hazırlanmalıdır. Kök form implantlarda maksimum devir/dakika sayısı 2000 r.p.m. geçmemelidir. Ancak daha düşük devirlerde çalışılmasını öneren sistemler mevcuttur.Yerleştirme sırasında implant yüzeyi kesinlikle kontamine edilmemelidir.Hassas ve atravmatik bir cerrahi sonrasında implantı çevreleyen kemik dokusundaki nekrotik alan minimumda kalacağından osseointegrasyonun elde edilmesi güven altına alınacaktır. Anahtar Sözcükler : İmplant, cerrahi SUMMARY Nowadays the use of dental implants are been increased. Researchs have shown that implant failures occurs mostly during first year after surgery. Thus failures could be related to the improper surgical conditions or techniques. Sterile conditions should be realize in the implant surgery clinics, and atraumatic surgical protocol should be follow. Implant bed should be prepared by internal or external irrigation using proper drills and speed advised by implant system of choise. Root form implants uses a maximum speed of 2000 r.p.m. But several implant systems advises lovest speed. Implant body should not be contamined during insertion. After an atraumatic meticolous surgery surrounding necrotic bone zone volume will be a minimum, achievement of osseointegration will be secured. GİRİŞGünümüzde osseointegre implantların dişhekimliğinde kullanımı oldukça yaygınlaşmıştır (4,35). Kemikiçi oral implant uygulamalarının ana hedefi osseointegre implantlar ve bunlardan destek alan implant-üstü protezler ile her türlü dişsizliğin rehabilitasyonudur (5,6). Osseointegrasyon kavramı Branemark ve ark.(13) tarafından ‘ yaşayan kemik dokusu ile titanyum implant arasında, ışık mikroskobu düzeyinde büyütme ile gözlenen direkt temas ' olarak tanımlanmıştır. Aynı araştırıcılar daha sonra bu olguyu ‘ canlı kemik dokusu ile yükleme altındaki implant yüzeyi arasında direkt yapısal ve işlevsel bağlantı ' tanımı ile pekiştirmişlerdir (14). Herhangi bir kemikiçi implantasyon prosedüründe, kemik ile implant arasında osseointegrasyon oluşması ve bunun korunması, canlı kemik dokusunun özelliklerine göre hassas bir cerrahi işlem ve uygun yükleme sağlandığında gerçekleştirilebilir (31). Yapılan araştırmalar implant kayıplarının büyük oranda operasyonu takip eden ilk yıl içersinde olduğunu göstermektedir (8). Kayıpların erken dönemde ortaya çıkması, başarısızlığın daha ziyade cerrahi safhada yapılan hatalara veya uygun olmayan protetik koşullara bağlı olabileceğini düşündürmektedir. Ancak kesin olan konu cerrahi uygulama tekniğinin başarı veya başarısızlığı direkt olarak etkilediğidir ki bu da cerrahi safhanın implant uygulamalarındaki önemini ortaya koymaktadır. Bu makalede, implant cerrahisinin kronolojik gelişimine paralel olarak, günümüzde geçerli olan atravmatik implant cerrahisi tekniği ve buna bağlı prensipler ele alınmaktadır. BİYOLOJİK PRENSİPLERNe kadar dikkatli çalışılırsa çalışılsın implant yuvasının hazırlandığı kemik çevresinde bir miktar alanın nekroze olması kaçınılmazdır. Nekrotik sahanın genişliği cerrahi işlem sırasında açığa çıkan ısıdan kaynaklanabildiği gibi, kemik içerisinde bölgeden bölgeye farklılık gösteren damarlanma gibi ek faktörlere de bağlıdır (40). Kemik nekroza karşı üç şekilde cevap verir:
Kemik ve fibröz doku tiplerinin her ikisi de bağ dokusuna aittirler. Aşırı travma durumunda (kaynağı fiziksel, kimyasal vs.) kemik bir kısım fibröz doku ile birlikte iyileşecektir. Eğer revaskülarizasyon yeterli olmaz ise, kemik nekroze olur ve iyileşme görülmez. Ölü kemik kalıntısı ölü bir ağaç dalının yük taşımasına benzer şekilde bir miktar yüklere direnç gösterir. Nekrotik kemik yanlızca birtakım yerel faktörler yerine getirildiğinde tekrar kemikleşir. Bir implantın etrafında kemik iyileşmesi sağlamak ne kadar zor ise, aynı implantın etrafında fibröz doku bağlantısı sağlamak o denli kolaydır. Bu mekanizmanın sebeplerini kemik dokusunun fibröz dokuya göre özelleşmiş (diferansiye) olmasında aramalıyız (39). İmplantasyondan sonra, konak bölgede istenen kemik cevabı remodelasyondur. Kemik cevabındaki ilk aşama, başlangıçta implantı çevreleyen cansız dokuların telafisidir. Nekrotik implant korteksinin kemik onarımı:
Cerrahi safada açığa çıkan ısı başarısızlığın ilk sebebidir. Eriksson ve ark.(22), Richard osseosentez plaklarının yerleştirilmesinde vidaya 0,5 mm mesafede soğutma altında 89°C'lik ortalama değerler saptadılar. Bu araştırma, kemikiçi cerrahi uygulamaları sırasında ısının ne denli arttığını göstermesi bakımından ilginçtir. Eriksson ve Albrektsson (23) tavşan tibiasında 1 dk süre ile : 50°C de 4 haftada disintegrasyon 47°C de periimplant kemik mitarında önemli kayıp 44°C de kemikleşmede önemli bir azalma olmadığını göstermişlerdir. Yukarıda yer alan ve benzer araştırmaların sonucunda, kemik-implant ilşkisinde bir entegrasyon elde edilmek istendiğinde, atravmatik ve kontrollü bir cerrahi metodun takip edilmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. CERRAHİ PROSEDÜRAdell (1) tarafından kök şeklindeki implantlar için tarif edilen implantasyon prosedürü, lokal anestezi altında mukoperiostal flabın kaldırılmasını takiben, dakikada 2000 devirli hız ve steril serum fizyolojik solüsyon ile soğutma altında, implant sisteminin öngördüğü, sırası ile çapları artan frezleri kullanarak, implant çap ve boyuna eşdeğer kemik kavitesinin hazırlanması, dakikada 20 devir hız ile implant yivlerinin kemik içinde açılması ve implantın da aynı hız ile yerleştirilmesini ve son olarak flabın dikilmesini içerir. Branemark implant sistemine özgü olan bu metoda Branemark yöntemi ( ad modum Branemark ) adı verilmiştir (44). Branemark sistemine ait cerrahi yöntem, silindir ve vida şeklindeki implant sistemlerinin yaygınlaşması ile diğer implant sistemlerince de dakikadaki devir hızı itibarıyla bazı farklılıklar, kullanılan frez boyutlarının her sistem içinde kendine özgü olması, bazı sistemlerce içten soğutmalı frez kullanılması ve yivsiz silindir implantların cerrahi safhasının sonunda çekiç ile yerleştirme gibi farklılıklar oluşmasına rağmen, temelde düşük devirli, steril soğutma ve atravmatik cerrahi esasları kabul görerek uygulanmaktadır (40). Bir çok araştırıcı yukarıda sözü geçen implantasyon metodunu bir implant sistemi ve araştırıcıya atfetmek yerine, atravmatik hassas cerrahi işlem ( atraumatic meticolous surgical procedure ) terimini tercih etmektedirler (44). Kök şeklindeki implantlarda kullanılan atravmatik hassas cerrahi prosedürün safhaları aşağıdaki gibidir: - Vakanın durumuna göre genel anestezi, sedasyon veya lokal anestezi uygulaması; - Krestal yada vestibüler ensizyon; - Mukoperiostal flap kaldırılması; - Kullanılan implant sistemine ait frezlerin büyüyen çaplarda ve kullanılacak implantın uzunluğuna uygun olarak kullanılması; - Dakikada belirli devir sayısı ile kemikiçi implant yuvasının hazırlanması. Yapılan araştırmalar canlı kemik dokusunu 1 dakika süre ile 43 C ısıdan yukarısına tabi tutmanın kemik hücrelerinin denatüre olması için kritik nokta olduğunu ortaya koymuştur (21,22,25). Bu araştırmalar ışığında, Albrektsson (2) kemik kavitesi hazırlanırken maksimum hızın dakikada 2000 devir olması gerektiğini bildirmiştir. Buna karşın Babbush ve ark. (10), dıştan soğutmalı frez sistemlerinde maksimum 500 devir/dakika, içten soğutmalı sistemlerde ise 1500-1600 devir/dakika hız ve implant yerleştirirken 0-20 devir/dakika hız ile çalışılması gerektiğini bildirmektedirler. Sandallı (38) ise, anatomik bölgelere göre farklı kemik kalitesi ile karşılaşıldığını ve bundan dolayı implant yuvası hazırlanırken standart hızlarda çalışmanın yeterli olmadığını belirterek, kemiği kesebilen en düşük hızda çalışmanın uygun olacağını belirtmiştir. İmplantın yerleştirilmesi sırasında, herhangi bir enfeksiyon veya yabancı cisim reaksiyonuna yol açmamak için, implant yüzeyi kesinlikle kontamine edilmemelidir. Herhangi bir sebep ile implant gövdesi bir el aleti ile tutulmak zorunda ise, bu aletin titanyum veya titanyum kaplama olması gereklidir. İmplantasyonu takiben, osseointegrasyonu elde etmek için implantın oral mukoza altında çiğneme kuvvetleri ve travmadan uzak tutulması gerektiği öne sürülmüştür (1,3). İyileşme dönemi olarak adlandırılan bu süre alt çene için 3, üst çene için 6 ay olarak kabul edilir. Bu tekniğe göre uygulanan implantlara tam gömük ( submerged ) veya cerrahi uygulamasına göre çift cerrahi aşamalı ( two-stage ) implantlar adı verilmiştir. Buna karşın bir grup araştırmacı ağız ortamına açık , transmukozal ( non-submerged ) ve tek cerrahi aşamalı ( one-stage ) implantlar ile de osseointegrasyonun sağlanacağını ispatlayarak, bu tip implantlarda peri-implanter bağ dokusu ataşmanının başlangıç döneminden itibaren oluşarak oral flora ile olan ilişkinin daha sağlıklı olacağı görüşünü savunmuşlardır (17). Collaert ve ark (19), Branemark sistemi implantları ile yapılan tek aşamalı ve çift aşamalı uygulamalarda gruplar arasında istatiksel bir anlamlılık bulamamıştır. Sandallı (38), çift cerrahi aşamalı Pitt-Easy Bio-Oss implantlarını tek safhalı olarak uygulamış ve aynı şekilde osseointegre olduklarını göstermiştir. Ağız ortamına yarı açık veya yarı gömük ( semi-submergible ) olarak adlandırılan blade implantların da atravmatik cerrahi ile yerleştirildiklerinde osseointegre oldukları gösterilmiştir (30,37). İmplant uygulamalarında monokristal safir, aluminyum oksit, titan-alumiyum-vanadyum alaşımı gibi materyaller yanında en çok kullanılan saf titanyum olmuştur. Yüzey özelliklerine göre ele alındığında cilalı saf titanyum, titanyum plasma spray veya hidroksil apatit kaplı implantlar karşımıza çıkmaktadır(5). Günümüzde 300 'ün üzerinde implant sistemi mevcut olduğu bildirilmiştir (26). ANATOMİK ŞARTLARProtetik yüklere maruz kalacak olan bir implantta kemik ile temas alanının olabildiğince fazla olması, uzun dönemde başarıyı arttırıcı bir faktördür. Temas alanını arttırmanın yollarından birisi de, anatomik şartlar elverdiği nispette en uzun ve en geniş çaplı implantın seçilmesidir. İmplant uygulamalarının temel şartlarından bir diğeri, kemik içine yerleştirilen implantın her yönden kemik ile çevrelenmesidir (20). Dolayısı ile çene kemiklerinin anatomik şartlarından olabildiğince yararlanmak, hem primer stabilite açısından, hem de fonksiyon sırasında okluzal kuvvetlere karşı direnci arttırıcı bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. İmplant uygulamalarında uygulama alanını limitleyen başlıca anatomik oluşumlar, alt çenede canalis mandibulae içersinde yer alan n.alveolaris inferior ve onun uç dalı olan ve foramen mentalelerin anterioruna uzantı yapan n.incisivus dur. Üst çenede ise sinus maxillaris tabanı, burun tabanı, foramen incisivum ve içersindeki n.incisivus dur (9,12, 34, 42). Cerrahi uygulamanın detaylarını belirleyen diğer bir unsur kemik kalite ve kantitesidir. Kemik morfolojisine yönelik en çok kullanılan sınıflama Lekholm ve Zarb (29) tarafından önerilendir. Bu sınıflamada kemik kalitesini kortikal/spongioz oranı belirlemektedir. Spongioz kemik miktarı arttığı oranda, primer stabilite azalacağı için, dar çaplı frezlerin kullanımı, countershink ve bone-tapping yapılmaması, self-taping implant kullanımı önerilmektedir. Kortikal kemik miktarı arttığı oranda frez çapının arttırılması, self-taping implantlarda bile bone-tap yapılması önerilmektedir. İmplant başarısı açısından yeterli kalınlıkta kortikal ve spongioz içeren kemik tipi ideal olarak kabul edilmektedir. Bu öneriler doğrultusunda düşük kalitedeki kemik bölgelerinde de istatistiksel olarak çenelerin diğer bölgelerine benzer başarının sağlandığı gösterilmiştir (11). Kemik kantitesi ise kretlerdeki alveol/bazal kemik miktarına göre belirlenmiştir. Kemik kantitesindeki azalmaya bağlı olarak bir takım ileri cerrahi tekniklerin uygulanması gündeme gelmektedir. İLERİ CERRAHİ TEKNİKLERAnatomik oluşumların yeterli uzunluk ve çapta implant uygulanmasına izin vermediği durumlarda kısa ve/veya dar implant kullanılması yerine, anatomik bölgelere müdahale edilerek istenilen boyutlarda implant kullanılması için geliştirilmiş çeşitli cerrahi yöntemler mevcuttur. Çene kemiklerinde atrofik kretlerin varlığı, implant uygulama endikasyonunu azaltan bir durumdur. Dişlerin değişik zamanlarda kaybı ve bunun beraberinde çene kemiklerinde görülen farklı oranlardaki kemik rezorbsiyonu, ideal sayıda ve pozisyonda implant yerleştirilmesine imkan vermeyerek, bunların üzerine arzu edilen protetik yapının yapılmasını güçleştirir. Yetersiz kret kalınlığı durumunda, kemik grefti, membran veya ikisinin birlikte kullanımı ile yatay ve nispeten az olmakla birlikte dikey yönde kemik kazanımı olasıdır. Hiperatrofik çene kemiklerinin rehabilitasyonunda olduğu gibi, implant yerleştirilmesi sırasında veya kullanımda olan bir implant etrafında rezorbsiyona bağlı olarak oluşan, dehisens ve fenestrasyon tarzı defektlerin tedavisinde yer doldurucu ve rejeneratif teknikler sıklıkla uygulanmaktadırlar(27). Buser ve ark. (16) tarafından “Yönlendirilmiş Kemik Rejenerasyonu” (YKR) adı verilen teknikte, defekt bölgesini dolduran greft materyallerinin kullanmının yanısıra, ''çadır etkisi'' yaparak osteogenez için hacim yaratan bariyer-membranların kullanımıyla, cerrahi işlem sırasında açıkta kalan implant yüzeylerinin kapatılması mümkün olmaktadır. Bazen greftleme ve YKR'nin beraber kullanımı söz konusudur(16). YKR implant uygulamasından önce veya birlikte yapılabilir (16,45). Sarkık sinüslerin varlığında, sinus boşluklarının greftlenerek kemik hacminin arttırılması (sinus lifting) yöntemine başvurulabilir (46). İntermaksiller aralığın fazla olması durumunda onlay kemik greftleri kullanılabilir (28). Mandibulada posterior rezorbsiyon aşırı ise n.alveolaris inferiorun reposizyonu yapılarak bazal kemiğe kadar implant yerleştirilebilir (36). UYGULAMA HATALARI Osseointegre implant sistemlerinde başarıyı arttırmak için, cerrahi uygulama tekniği yukarıda tarif edildiği gibi ayrıntılı bir biçimde ele alınarak standart hale getirilmiş ve böylelikle hekimin kişisel becerileri/yetersizlikleri bertaraf edilerek daha güvenli sonuçların alınması amaçlanmıştır. Ancak, yine de uygulama sırasında ortaya çıkan bazı iatrojenik faktörler de vardır. Bunlar özetle, frez ile kemiğe aşırı baskı yapılması, dar veya geniş kemikiçi kavite hazırlanması, komşu dişlere yakınlık, yetersiz irrigasyon, wobbling ( yerinde dönme ), olarak sıralanabilir.Matthews ve Hirsch(32), frez ile çalışılırken devir sayısının artışının, el ile yapılan baskının artmasına göre daha fazla bir ısı artışına neden olduğunu göstermişlerdir. Ancak yine de kemiğin yoğunluğuna bağlı olarak kavite hazırlığı sırasında direnç ile karşılaşıldığında, frez ile baskı yapılır ise ısı miktarındaki artış nekrotik alanın kalınlaşmasına yol açacaktır (15). Benzer bir durumu bertaraf etmenin yolları: implant sisteminin önerdiği frezlerin, sırası ile kullanılarak kavite ceperinde oluşan travma ve ısının minimumda tutulması; keskinliğini koruyan frezlerin kullanılması; tork ayarı bulunan fizyodispenserlerin tercih edilmesi olarak sıralanabilir. İmplant boyutlarından dar kavite hazırlanması, yoğun kemik bölgelerinde implantın yerleştirilmesi sırasında sürtünmeden ötürü yüksek ısıların açığa çıkmasına; implant yerleştirildikten sonra kemik üzerinde oluşan sürekli baskıdan ötürü osteoklastik aktivitenin indüklenmesiyle peri-implanter rezorbsiyona yol açabilir (1,2). İmplant boyutlarından geniş kavite hazırlanması yetersiz primer stabiliteye ve buna bağlı olarak ortaya çıkan mikro hareketlilikten ötürü peri-implanter fibröz enkapsülasyona yol açabilir (1). Özellikle tek diş eksikliği vakalarında komşu dişlere 1mm'den daha yakın yerleştirilen implantların, komşu dişlerde ataşman kaybı ile başlayan periodontal sorunlara yol açtığı gösterilmiştir (7,24). Frez ile çalışma sırasında irrigasyon çeşitli nedenlere bağlı olarak yetersiz kalabilir ve kemikte ısıya bağlı nekrotik alan artışı oluşabilir. İrrigasyondaki hatalar, pompadaki arıza, kanül sıkışması, internal irrigasyon deliklerinin kemik parçaları ile tıkanması, eksternal irrigasyonda frez oluklarında kemik partiküllerinin birikmesi olarak sıralanabilir (10). Wobbling , implantın kaviteye yerleştirilmesinin son aşamalarına doğru, kavite derinliğinin az olarak hazırlanması, yivli implantlarda yivlerin kesilmesi ( bone tapping veya screw tapping ) işleminin kavite dibine kadar yapılmaması gibi sebeplere bağlı olarak, implantın ekseni etrafında apikale ilerlemeden dönerek kaviteyi genişletmesi ve açılan yivleri tahrib etmesidir. Primer stabiliteyi azaltan bir durum olduğundan başarısızlık riskini beraberinde getiren bir hadisedir (47). SONUÇSonuçta, araştırmacıların implant cerrahisi ile ilgili olarak buluştukları ortak nokta, atravmatik cerrahi uygulama tekniğidir. Ancak, implant sistemlerinin birçok parametre açısından farklılık göstermeleri sebebiyle, bir implant sistemine ait sonuçların diğerleri için de geçerli olacağı kabul edilemez. Bundan ötürü implant sistemleri kendi ölçüleri içerisinde bilimsel açıdan denetlenerek sonuçların yorumlanması gereklidir (4,5,8,30,41). KAYNAKLAR 1. Adell R, Lekholm U, Branemark P-I: Surgical procedures, in Branemark P-I, Zarb G, Albrektsson T(eds); Tissue-Integrated Prostheses. Osseointegration in Clinical Dentistry. Chicago: Quintessence Pub.Co.Inc, 1985:211-232. Kaynak:Doç.Dr.Tosun TOSUN |
"Her şey 1965 yılında Prof. Per-Ingvar Branemark'ın 10 küsur yıllık çalışmaları sonucunda titanyum implantı ilk hastası Gösta Larson'a uygulamasıyla başladı.
1931'de doğan Larson'nın ağır doğumsal çene ucu ve çene deformiteleri mevcuttu. O günlerde onun için uygun tedavi seçenekleri yoktu. Normal çiğneme fonksiyonunu yapamadan ve doğru dürüst konuşamadan büyüdü. Kendi deneyimiyle 'dişleri olması gereken yerde değildi.' 'Çocukluğum ve gençliğim sırasında bendeki anomaliyi düzeltebilmek için çok az şey yapılabileceğini kabullenmeyi öğrendim. Hayatım normalin çok dışındaydı. Yemek yiyemiyordum, konuşamıyordum ve bir dilim beyaz ekmeği bile çiğneyemiyordum' diye anlatıyor Gösta Larson.
Profesör Branemark ona yardım etmeye çalışacağını söylediğinde, neyi beklemesi gerektiğini bile bilmiyordu. Aslında bu işlem için yeterince güçlü kemiğe bile sahip değildi. Titanyum implant uygulanan ilk hasta olacaktı. Gotheburg'daki merkezde uygulanan cerrahi sonrasında 4 adet titanyum implantla desteklenmiş bir çift sabit dişe sahipti.
Artık herkes gibi yemek yiyebiliyordu, kendini ifade edebiliyordu ve güvenle aynaya bakabiliyordu. O günden sonra 40 yıl geçti. Gösta Larson hâlâ orijinal implantlarına sahiptir. Kuşkusuz dişlerini ve çenesini implant teknolojisiyle restore ettirdikten sonra hayatında çok şey değişti. Ancak en önemli değişim kendine olan güvenindeki büyük artış."
Branemark 1955 yılında mikrosirkülasyon üzerine yaptığı bir deney sırasında, tesadüfen titanyum ile kemik arasındaki direk bağlantıyı saptamıştır. Bu durumdan faydalanarak dişsiz çenelerde protezlere destek olacak implantları tasarlamıştır.
1965 yılına kadar on yıl süre ile çeşitli hayvan deneyleri, dizayn çalışmaları ve biyomekanik deneyler yapmış, 1965'te ilk insan üzerinde uygulamaya geçmiştir. 1969 yılında bu ön çalışmaların raporu Scandinavian Journal of Dentistry'de yayınlanmış; 1977 yılında 15 yıllık takip sonuçları yine Scandinavian Journal of Dentistry'de yayınlanmış, devam eden çalışma sonuçları 1981 yılında International Journal of Oral Surgery dergisinde yayınlanarak tıp dünyasına duyrulmuştur. Bu yayın sonrasında o güne kadar şarlatanlıkla ve bilimsel altyapıdan yoksun olmakla suçlanan diş implantı uygulamaları, A.B.D. ve Avrupa'daki saygın üniversitelerce kabul görerek hızla yaygınlaşmış ve dişhekimliği uygulamaları arasındaki yerini almıştır.